içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Aynalı Pazar

Bugun...
Bunun Adı “İntihar Etmek”

Merkez Bankası’nın açıkladığı, 200 baz puan faiz indiriminin sonrasında döviz kurları rekor kırdı ve o an itibarıyla dolar 9,40’ı geçti. Hemen sonrasında Hazine’nin 10 yıllık borçlanma faizi de yüzde 20,5’i buldu.  Düşünebiliyor musunuz? MB’nin yaptığı kısa vadeli faiz indirimi, Hazine’nin 10 yıllık borçlanma faiz oranını yükseltiyor. Nedeni bu yanlış kararın Türkiye’nin risk primini artırması, enflasyon beklentisini çok yükseltmesi. Bu olacak iş değil. Daha 2018’de yüzde 10- 11 düzeyinde olan ve her çeşit faizinin belirleyicisi durumundaki Hazine’nin borçlanma faizi iki katına çıkmış durumda. Bunun anlamı; enflasyon çok artacak, dizginlenmesi imkânsız olacak demek. Halkın yaşamına inanılmaz fiyat artışlarıyla yansıyacak. Bu faiz indiriminin, sadece Türkiye’nin dış borcuna yaptığı negatif etki, 100 milyar lira olarak hesap ediliyor. Yani, faiz indirimi kararı ile dış borcumuz 100 milyar lira arttı.

 

TÜİK’in gerçeği yansıtmayan enflasyon oranı bile geçen ay yüzde 19,25 iken MB faizi 100 baz puan indirmişti. Bu ay da 200 baz puan indirmesinin ne anlama geldiği Türkiye kadar, küresel ölçekte de tartışılıyor. Neden mi? Çünkü bu karar iktisat bilimine aykırı ve akılla açıklanabilir hiç bir tarafı yok. Parası olan, tasarrufu olan hiç kimse, hatta ortaokul çocuğu bile varsa parasını banka mevduatlarına yatırmaz. Eksi faizle, yani parasını vade sonunda reel olarak eksilmiş olarak almayı kabul etmez. Peki, o zaman MB bu kararı neden aldı? Muhtemelen, yılsonuna dek faiz indirmeye neden devam edecek?

 

MB bu kararı Erdoğan’ın talimatıyla aldığına dair yaygın bir kanaat var. Yani karar siyasi. Peki, Erdoğan ve ekonomi kurmayları bizim gördüğümüzü görmüyor mu? Görüyorsa neden bu kararı aldırıyor MB başkanına. Erdoğan kamuoyu araştırmalarında Ak Parti’nin dramatik düşüşüne çare aradığını söylemek mümkün. Gelin Erdoğan’ın çare olarak ne yapmak istediğine birlikte irdeleyelim. Faiz indirerek paranın fiyatını düşürmek ilk aşama. Paranın ucuzlamasıyla Ak Parti kendisine destek veren kabaca yüzde 30’luk kitleyi kredilerle ayakta tutabileceğini düşünüyor. Bu ikinci aşamada aracılığı yine kamu bankaları yapacak ve ortaya çıkacak zararları halkımız ödeyecek. Neyle ödeyecek; vergilerle, enflasyonla. Erdoğan’ı anlıyorum; seçim var önümüzde, bütün kamu araştırmaları Ak Parti’nin nasıl bir oy kaybına uğrayacağını sürekli açıklıyorlar. Ancak düşük faiz oranlarıyla kredi vermek, eski bakan Berat Albayrak döneminde de uygulanmış çok sorunlu bir yol. Üstelik o zaman MB’nin yüksek döviz rezervleri vardı. 128 milyar doların kamu bankları aracılığı ile düşük kurdan satılarak rezervlerin nasıl eritildiğini de hatırlayalım. Bunu niye söylüyorum? Çünkü MB’nin net rezervi bugün itibarıyla “Eksi 52 milyar dolar”. Yani kendi dövizimiz yok, Tersine bize ait olmayan tam 52 milyar dolar var, emanet olarak yabancı ülkelerden aldığımız. İşte bu nedenle kurların zıplamasını durdurmak için elde bir enstrüman da yok. Tek bir ihtimal kalıyor; Erdoğan’a danışmanları liradaki düşüşün ihracatı çok yükselteceğini, bu durumda da kurların düşeceğine dair bir tavsiyeleri var. Ancak bu imkânsız. Bir süreliğine ihracat artsa da, sadece düşük kurla kalıcı bir ihracat yakalamak mümkün değil. Dünyanın her yerinde bu böyledir; üretimin verimliliği belirleyicidir ihracatta, kur değil. Türkiye’nin üretiminin ne denli dışa bağımlı olduğu ortada, üretimimizin yaklaşık yüzde 65-70’i ithal girdi. Bundan sonra uçuşa geçmiş dolar kuruyla ithal edilecek bu girdiler. Girdilerin içinde enerji de var ve küresel ölçekte yaşanan devasa enerji krizi nedeniyle fiyatlar sürekli artıyor. Ayrıca Doğal gaz, petrol, kömür ve elektrik tedarik süreçleri çok sorunlu. Paranız olsa da ikmalde zorluklar var. Bakın Çin’e konutlara elektrik verilirken fabrikalar çalışmıyor. Elektrik kısıtlamaları bundan sonra yeni dönemin normallerinden biri olacak. Tüm emtialarda tedarik zinciri kırılmış durumda, lojistik tam bir çıkmaz içinde, navlun fiyatları uçuyor. Brent ham petrolünün varili 85 doların üzerinde. Yeni girdi fiyatlarıyla ucuza üretmek mümkün değil. Konumuza dönersek; Erdoğan’ın beklentisi olan, düşük kurla ihracatı artırarak cari açığı azaltmak ve sonrasında kurların düşeceğini beklemek gerçekçi değil. Çünkü iktisat bilimine aykırı.

 

Kişisel kanaatim MB’nin bu son faiz artışını pas geçeceğini düşünüyordum. En fazla Erdoğan’ın baskısı nedeniyle 50 baz puanlık sembolik bir artış olabilirdi. Ancak iktisat bilimine aykırı, mantıkla açıklanması mümkün olmayan bir indirim yapıldı. Hepimize geçmiş olsun. Anlaşılan Erdoğan, yönetimine bu faiz indirimini bilinçli bir politika olarak yaptırıyor ve bundan sonra da bu faiz indirimlerinin devam edeceğini anlıyoruz.

Bu gelişmeler karşısında muhalefet ne tepki verdi; Kılıçdaroğlu “Bu yapılan ya millete ihanet ya da bir sağlık sorunudur” dedi. Meral Akşener MB Başkanı için “Ciddiyetsiz iktidarın liyakatsiz bürokratı” dedi. Ali Babacan “Talimatla 200 baz puan indi, talimatla” dedi ve ekledi “Artık mevcut iktidarın Türkiye ekonomisi üzerinde kontrolü kalmamıştır. Yüksek kur, daha yüksek enflasyon ve hayat pahalığı olarak Türkiye’ye dönecek. Doğal gaz, elektrik, akaryakıt, başta olmak üzere ikinci tur etki olarak da A’dan Z’ye her şeyin fiyatı artacak.”

 

Hazine’nin borçları bütçeden ödeniyor, yani bizim vergilerimizle. 2018’e kadar 50 milyar lirayı aşmayan borç ödemeleri için bu yıl 180 milyar lira, gelecek yıl 240 milyar lira, bir sonraki yıl ise 290 milyar lira ödeyeceğiz. Hem de 2018’de yüzde 10-11 olan faizlerle borçlanma artık mümkün değil. Çünkü MB’nin son kararıyla borçlanma faizi artık yüzde 20,5. Durum gerçekten vahim. Asgari ücretlinin, emeklinin maaşı gıdaya bile yetmeyecek, çiftçinin tohum, gübre, yem, mazot, elektrik maliyetlerini karşılaması mümkün değil, esnaf satın alma gücü neredeyse kalmamış vatandaşa ne satacak? Nasıl ayakta kalacak? Öğrencilerin okul giderleri, üniversitelilerin barınma ve beslenme giderleri nasıl karşılanacak?

 

Türkiye ile ilgili önemli bir kararı da paylaşmak istiyorum. Türkiye’nin 1991 yılından bu yana üyesi olduğu Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu (FATF), Türkiye’yi kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele konusunda “yeterince çaba göstermeyen” ülkelerin bulunduğu “gri listeye” aldı.  FATF gri listesinde bulunmanın, o ülkeye sermaye girişlerinde büyük bir etkisi var. Bu kararın AB üzerinde baskı yapması ve AB’nin de Türkiye’yi kendi “gri liste” eklemesi söz konusu olabilir. Yeterli tasarrufu olmayan, dış sermayeye ihtiyacı yüksek Türkiye ekonomisi için bu kararın, kaygı verici bir gelişme olduğunu not edelim.

 

Sorun nasıl çözülür meselesine gelince, Türkiye’de bir sistem sorunu var ve değişmesi gerekiyor.Bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin başta Erdoğan olmak üzere kimseye bir faydası yok. Bunu herkesin görmesi gerek. İşler ortak akılla yapılmalı ve bir kişinin iradesine bırakılmamalı. Kamuda ve siyasette işin ehli ve dürüst insanlara görev verilmesi gerek. Öncelikle hukuku ve adaleti tesisi etmeliyiz. Bu, kuvvetler ayrılığı ilkesini hayata geçmesi demek Temel hak ve özgürlükler en üst düzeye çıkarılmalı. Herkes yasalara uymalı, siyaset zenginleşmenin aracı olmamalı. Yolsuzluk, rüşvet vs. iddiaları derhal soruşturulmalı. Herkes yaptığı yanlışların yanında kalmayacağını bilmeli. Yasalar herkes için işletilmeli. Bu bağlamda; hesap verebilir, şeffaf bir yönetimin Türkiye’nin önünü açacağına dair inancım tam. Gerek ulusal gerekse uluslararası alanda yaratılacak güven; Türkiye’yi bir çekim merkezi haline getirerek yabancı yatırımcıyı çekecek, ülkemizin risk primidüşecek, ihtiyaç duyduğumuz borçlanmayı tefeci faizleriyle değil, makul faiz oranlarıyla yapabileceğiz.

 

Bu aşamada Türkiye’nin, her türlü düşünceyi temsil eden bütün kesimlerinin, itirazlarının yanında çözüm önerilerini de sunması gerekiyor. Geçtiğimiz hafta TÜSİAD 50. Yılı projesi olarak,“Geleceği İnşa” adlı bir yol haritasının tanıtımı yapıldı. Dünyanın en saygın ekonomistlerinden Prof. Daron Acemoğlu konuk konuşmacıydı. Gerek yöneticiler gerekse Prof Acemoğlu çok değerli tespitler yaptılar. Toplantıda mevcut iktidarın uygulamalarına yönelik itirazlar dile getirildi. Ancak itirazlar, ne yapılması gerektiğine ait önerilerle birlikte yapıldı. Bunu çok kıymetli buluyorum.  Toplumun bütün kesimleri; iş dünyası, sendikalar, akademi, STK’lar, tabi ki siyasal partiler bunu yapmalılar. Topluma itirazlarının yanında çözümlerini sunmalılar. Farklı siyasal düşüncelerin, her birinin ayrı ayrı gelecek tahayyüllerini tek başına gerçekleştirmesi imkânsız. Bu gerçeği herkes görmek ve kabul etmek zorunda. Ülkemizde yaşayan herkesin, her kesimin istisnasız gelecek kaygısı var. Bunun seküleri, muhafazakârı ya da milliyetçisi yok. Hepimiz yoksulluk, yoksunluk ve kaygı dolu bir hayatı yaşıyoruz. Bu nedenle sorunlarımızı, bütün kesimler istişare ile ortak akıl ile ele almalı. Özellikle siyasal partiler, sadece itiraz ederek iktidar olabileceklerini düşünüyorlarsa, derhal bu düşünceyi terk etmek zorundalar.

 

Vatandaş, Erdoğan’ın yerine kimin geleceğini merak etmiyor. Mesele kimin Cumhurbaşkanı olması değil, mesele yerine gelmek isteyen kişinin iddiası, ne yapacağı, nasıl yapacağı. Türkiye’yi yönetmek isteyen kişi, iddiasını ortaya koymak, kamuoyunu inandırmak ve ikna etmek zorunda. Vatandaşın bu iddia sahibini duyma, değerlendirme ve ona inanma ihtiyacı var. Bugünlerde yapıldığı gibi, bu iş salt “iletişim becerisi “sergileyerek olacak bir iş değil. Zaman ”iddiayı” ortaya koyma,“çözüm” üretme ve “bütünleştirici” olma zamanı. Siyasal partiler halkın bu beklentilerini görerek, aday olmak isteyenlerin önünü açmalı, yeterli desteği bulamayan adayları konumu ne olursa olsun asla dayatmamalı.

 

Tuygan ÇALIKOĞLU

Bu yazı 19130 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum